Kompozisyon (Müzik) Ne demek, Bestecilik Bilgileri, Tarihi ve Özellikleri
Müzikte kompozisyon Nedir?
Müzikte kompozisyon; biçim, melodi, ritim, harmoni gibi farklı ögelerin uyumlu bir şekilde bir araya getirilmesi ile oluşturulmuş bir müzik parçasıdır.
Kompozisyon Eğitimi Amacı;
Müzik sanat dalında yeterli bilgi ve becerilerle donanmış, sanat ve bilim etiğini özümsemiş, ulusal ve uluslararası düzeyde kabul gören yaratıcı, estetik beğeni düzeyi yüksek, gelişmeye açık çağdaş sanatçılar yetiştirmektir.
Geleceğin Türk Müziğinin yaratılmasında en önemli aşamayı gerçekleştirecek , beste yapabilecek güce ve isteğe sahip idealist ve araştırmacı genç dünya müzisyenleri eğitmektir.
Kompozisyon, müzikte çeşitli öğeleri bir araya getirerek oluşturulan ya da yaratılan yapıt. Kavramsal düzeyde müzik yapıtlarının yinelenebilen ürünler olarak tanımlandığı bir geleneğin varlığını öngörür. Bu nedenle, 20. yüzyılın ikinci yarısında değişen ölçülerde doğaçlamaya yer veren “kompozisyonlar” ortaya çıkmışsa da, kompozisyon kavramı ilke olarak doğaçlamadan ayrı tutulmalıdır.
Kompozisyon notaya alınmadan da yaratılabilir; örneğin Bali müziğinin büyük bölümü notaya geçirilmemiştir. Ama Batı uygarlığında kompozisyon, karmaşık bir nota yazım sistemiyle ya da ses kaydıyla olduğu gibi korunan tamamlanmış bir yapıt anlamına gelir. Ortaçağ boyunca Avrupa’da ağızdan ağıza aktarılan müzik ürünleri, nota işaretlerinin gelişmeye başlamasından sonra da çeşitli sözlü geleneklerden etkilenmiştir.
16. yüzyılda müzik yapıtlarının basım tekniğiyle çoğaltılmaya başlaması, kuralları önceden saptanmış nota yazımına önem kazandırdı. Buna karşılık Johann Sebastian Bach bile bir yapıtı her konserde yeniden uyarlamayı çok doğal sayıyordu. Basılı ürün ancak 18. yüzyılın sonlarına doğru müzik yapıtının kesin biçimim belirlemeye başladı. Senfoni, yaylı çalgılar dörtlüsü, solo konçerto ve sanat şarkısı gibi standart türler de gene bu dönemde gelişti.
Kompozisyon kavramının basım ve ses kaydı alanlarındaki ilerlemelere koşut olarak geliştiği açıksa da, besteleme edimini etkileyen zihinsel süreçler yeterince aydınlatılamamıştır. Wolfgang Amadeus Mozart ve Sir Edward Elgar gibi müzik parçasını tek nota yazmadan imgeleminde yaratan, Igor Stravinsky ve Karlheinz Stockhausen gibi düşlerinde müzik yapıtları duyan, Palestrina ve George Frideric Handel gibi neredeyse meleklerden aldıkları esinle yapıtlar veren bestecilere ilişkin birçok öykü aktarılır. Ama bir kompozisyonun çoğu kez imgelemin, çok daha somut bir alan olan notalama ya da icra ile karşılıklı etkileşimi sonucunda yaratıldığı söylenebilir. Stravinski’nin de aralarında bulunduğu pek çok bestecinin, yazdıkları kısmı sınayacakları bir piyanonun yokluğunda neredeyse beste yapamadıkları bilinir. Bazıları bu sınamayı zorunlu saymasa da, kompozisyonun hemen her zaman eskizler biçiminde denenmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
En temel düzeyde kompozisyon, yükseklikleri belirlenmiş seslerin bir zaman ve bağlam içinde düzenlenmesini, melodi, armoni ve ritmin, amaçlanan bütünü yaratacak biçimde yoğurulmasını gerektirir. Seslerin birbirine olan uzaklık ilişkisi “aralık” olarak adlandırılır. Batı müziğindeki anlamıyla melodi, gelenek yoluyla aktarılan ya da üzerinde anlaşılarak benimsenen yerleşik bir ses dizisinden seçilmiş ve bilinçli bir örüntü içinde düzenlenmiş tekil notalardan oluşur. Düzenli bir ritmi olmayabilir, ama her notaya belli bir zaman ayrıldığından ve notalar uzunlu kısalı olacağından melodi büsbütün ritimsiz de sayılmaz. Dizi denen yerleşik ses diziminin varlığı, müzikte uygarlık işareti sayılır.
Kompozisyonda armoni melodiden çok daha kapsamlı bir rol oynayabilir. Melodinin uzunluğunun bazı pratik sınırları vardır; örneğin akla yatkın bir süreyi aştığında kulak melodiyi algılayamaz. Melodi tamamlandığında yerini bir başka şeye bırakmalı, en azından çeşitlenmeli ya da geliştirilmelidir. İki ya da daha çok akorun seslendirilmesi ve bunların başka akorlara bağlanması anlamına gelen armonide ise böyle bir kısıtlama yoktur. Gerçi armoninin de süreç içindeki uzunluğu mantık sınırlarını aşma- malıdır, ama insan armoniyi bölüm bölüm işitmeye, sonra da bu bölümleri birleştirmeye eğilimlidir.
Müzikteki zaman öğesi olan ritim, tıpkı şiirdeki gibi vuruşların periyodik düzenlenmesi anlamına gelen ölçüden farklıdır. Şiirdeki vurguların vezindeki vuruşlarla örtüş- mesi nasıl gerekmezse müzikte de (dinleyicinin bilinçaltında da olsa düzenli bir vuruşu fark etmesine karşın) ritmin ölçüye bağlı kalması zorunlu değildir. Aslında daha kısa nota değerleri kullanma olanağının var olması nedeniyle müzikte vezinli şiirdekinden çok daha geniş bir özgürlük vardır. Besteci, düşüncelerine renk vermek için kompozisyonda çalgı ya da insan seslerinin tını ve yapı özelliklerinden yararlanabilir ve armoniyi işlerken seslendirme aracından ister istemez etkilenir.
Örneğin piyanoda kulağa görece yumuşak gelen uyumsuz bir ses (disonans), orgda hiç de hoş algılanmayacak sertlikte tınlayabilir. Kompozisyonda orkestra da önemli bir renk öğesi olarak kullanılabilir. Melodinin sesleri bir çalgıdan öbürüne geçilerek çaldırıla bilir ya da dinleyicinin, doldurulmamış yerleri kendisinin tamamlamasını öngören armoni boşluklarından yararlanılabilir. Ama kullanılan yöntem ve üslup ne olursa olsun, temel melodi, armoni ve ritim öğelerinin değerlendirilebilmesi besteciye sınırsız kompozisyon olanağı sağlar.